Su Kıtlığı Nedir? Nasıl Ölçülür?

Akbank
5 min readFeb 1, 2022

--

İklim değişiklinin yol açtığı küresel sıcaklık artışı ve çölleşme riski su kaynaklarının önemini her geçen gün daha da artırıyor. Küresel ısınmanın bir neticesi olarak su kaynaklarının azalması, sürdürülebilir yaşamın ve ekolojik dengenin korunması için engel teşkil ediyor.

Dünyadaki su miktarı yaklaşık 1,4 milyar m3. Yeryüzünün %75’ini okyanuslar oluştursa da tatlı su kaynakları toplam suyun %2,5’i. İhtiyaç duyulan suyun büyük çoğunluğuna kaynaklık eden bu tatlı su kaynaklarının ise sadece %1,2’si yerin üstünde. Tatlı su kaynaklarının bu denli az olması, kaynakların korunması, geri kazanılması ve geliştirilmesi gerekliliğini açıkça gösteriyor.

Birleşmiş Milletler’e göre, küresel su tüketimi son 100 yılda yaklaşık altı kat arttı. Su tüketiminin nüfus artışının yanı sıra ekonomik gelişmeler, değişen tüketici yapısı ve bazı diğer faktörlere bağlı olarak artmaya devam etmesi bekleniyor. Tüm bunlar da “su kıtlığı” kavramını karşımıza çıkarıyor.

Su kıtlığı; su stresi, su sıkıntısı ve su krizi bileşenlerini kapsayan çatı bir ifade. Su kıtlığı, insanlar ve diğer canlılar için temiz suya erişimin olmaması anlamına geliyor. Su kıtlığı sorunu, insanların ve hayvanların sağlığını, ekolojik sistemin dengesini, tarım faaliyetlerine dayalı ekonomileri etkiliyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, bugün 43 ülkede 700 milyon insan su sıkıntısı ile karşı karşıya. 2025 yılına kadar ise 1,8 milyar insan ciddi su kıtlığı olan ülke ve bölgelerde yaşıyor olacak. Dünya nüfusunun üçte ikisi su sıkıntısının yaşandığı koşullar ile karşı karşıya kalacak. Bir başka araştırmaya göre ise, dünyada öngörülen 9,7 milyar insan nüfusunun yaklaşık %50'sinin 2050 yılı itibarıyla orta derecede stresli su kaynağı koşullarına sahip olması bekleniyor.

Su kıtlığının başlıca nedenleri arasında iklim değişikliği, kuraklık, ormansızlaşma, fosil yakıt kullanımın artması, değişen tüketim alışkanlıkları, artan nüfus, kentleşme, su kaynaklarının doğru olmayan kullanımı, bilinçsiz su tüketimi gösterilebilir. Su kıtlığı, fiziksel ve ekonomik olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel su kıtlığı, belirli bir bölgenin talebini karşılamada doğal kaynakların yetersiz olması nedeniyle ortaya çıkarken; ekonomik su kıtlığı doğal su kaynakları yeterli olduğu halde etkili biçimde yönetilmemesi sonucu ortaya çıkar.

Su Kıtlığı Ölçüm Yöntemleri

Su sorunu ile karşı karşıya olan pek çok ülke/bölge mevcut. Ancak her bölge ve ülke için su sorunun kritiklik düzeyi değişiklik gösterebiliyor. Bu durum da su kıtlığı seviyesini ölçme ihtiyacını beraberinde getiriyor. Su kıtlığının tanımlanmasına ve ölçümlenmesine yönelik farklı yaklaşımlar ve yöntemler bulunuyor. Bu yöntemler, hangi bölgelerin en fazla su stresi altında olduğuyla ilgili yanıtlar veriyor. Global Water Forum, su kıtlığını tanımlamak ve ölçmek için kullanılan dört yaygın yöntem sıralıyor.

Falkenmark Göstergesi

Falkenmark Göstergesi su stresini ölçmek için en yaygın kullanılan yöntemlerden biri. Bu yöntemde belirli bir bölgedeki toplam su kaynakları yine o bölgedeki toplam nüfusa oranlanır. Buna göre, tatlı suyun kişi başı yılda 1.700 m3 ve altında olması “su stresi” yaşandığı anlamına gelir. Bu miktar, kişi başına yılda 1.000 m3’ün altında ise “su kıtlığı”, 500 m3’ün altında ise “mutlak su kıtlığı” olarak nitelendirilir. Kişi başına düşen tatlı su miktarı her ne kadar nüfus ile ters orantılı değişse de ülke nüfusunun fazla olması mutlaka su stresli bir ülke olduğu anlamına gelmez. Diğer taraftan, tatlı su kaynağı fazla olan bir ülkede su stresi yüksek olabilir.

Kritiklik Oranı

Su kıtlığını ölçmek için kullanılan bir diğer metot ise kritiklik oranı. Çekilme-kullanılabilirlik oranı olarak da adlandırılan bu yöntemde su kıtlığının hesaplanmasında bir bölgedeki yıllık toplam kullanım, yıllık toplam tedarik miktarına oranlanır. Yıllık çekimin, toplam yıllık kullanılabilir su kaynaklarına oranlanması arz talep arasındaki ilişkiyi yansıtır. Çekilen miktar, yıllık yenilenebilir arzın %20’sinden fazla ise su kıtlığı (orta riskli) olarak kabul edilir. %40’tan daha yüksek ise ciddi su kıtlığı (yüksek riskli) riskli kabul edilir.

IWMI Su Kıtlığı Ölçüsü

Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü, IWMI Su Kıtlığı Ölçüsü geliştirmiştir. Bu yaklaşımda, her bir ülkenin altyapısı, su altyapısı ve verimliliği değerlendirilir. Bunlara yatırım yapmadan gelecekte su ihtiyacını karşılayamayacağı öngörülen ülkeler “ekonomik su kıtlığı” sınıfında değerlendirilir. Bu tür yatırımlar yapılsa dahi su ihtiyacını karşılayamayacak ülkeler ise “fiziksel su kıtlığı” yaşayan ülke kategorisindedir. Ancak bu yöntemde, toplulukların “uyum sağlama yeteneği” değerlendirme kapsamına alınmamıştır. Dolayısıyla IWMI ölçeğine göre su kıtlığı olan bir ülkede yiyeceklerin ithal edilmesi, su verimli cihazlar kullanmak gibi yöntemlerle de sorunun üstesinden gelinmesi söz konusudur.

Su Yoksulluğu Endeksi

Su Yoksulluğu Endeksi, nüfusun su kaynakları ile ilişkisinin ayrıntılı bir değerlendirmesini sunar. Mevcut su miktarı, su kalitesi ve değişkenliği, suya erişim düzeyi, suyun kullanım alanları (evsel, tarımsal, endüstriyel), su yönetim kapasitesi ve çevresel kullanımlar değerlendirilir. Değişen iklim koşullarının nüfus ve su kaynakları arasındaki ilişkiyi nasıl biçimlendireceğini anlamaya yardımcı olur. Bu şekilde kapsamlı bir analiz, gerekli yerel stratejilerin geliştirilmesine olanak sağlar.

Türkiye “Su Stresli” Ülkeler Arasında

Ülkemiz, üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen su stresli ülkeler arasında. Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı açısından da su sıkıntısı çeken ülkelerden biri. Falkenmark kriterleri ile değerlendirildiğinde Türkiye’nin su stresli bir ülke olduğunu anlaşılıyor. 2023 yılında 100 milyon nüfusa sahip olması beklenen “su stresli” Türkiye’nin, 2023 yılındaki su potansiyelinin 1.120 m3/kişi seviyesine düşmesi bekleniyor.

Mevcut nüfusun ve ekonomik büyüme oranının etkileri de göz önünde bulundurulduğunda, gelecekte Türkiye’nin su kaynakları üzerindeki baskının artması olası. Gelecek nesillere sağlıklı ve yeterli su aktarmak adına kaynakların bugünden korunması kritik öneme sahip. Bu da kolektif önlemler almayı, su tasarrufunu artırmaya yönelik daha fazla çalışmanın geliştirmeyi, hane halkının farkındalığını artırılmayı gerekli kılıyor. Enerji gibi su-yoğun süreçlerle faaliyet gösteren sektörlere de büyük sorumluluk düşüyor. Hem kolektif hem bireysel önlemlerin hassasiyetle alınması gelecek dönemlerdeki riski azaltmak adına büyük önem taşıyor.

Türkiye’de, potansiyel su risklerini azaltmak, ekonomik ve kullanılabilir potansiyel su miktarını artırmak adına çeşitli adımlar atılmıştır. Dokuzuncu beş yıllık kalkma planı kapsamında su kaynaklarının iklim değişikliğine etkilerine karşı kırılganlığın azaltılması amacıyla bu kaynakların etkin ve bütüncül yönetimine yönelik hedefler koyulmuştur. İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı kapsamında su yönetimi konusunda öncelikli hedefler belirlenmiştir.

Buna ek olarak özel sektörün su konusunda sorumluluk alması, su kullanımları ve su kaynakları üzerindeki etkilerini açıklamaları için 2015 yılında CDP Su Programı Türkiye’de uygulanmaya başlandı. CDP Türkiye Su Programı kapsamında Türkiye’den davet alan 50 şirket, BIST-100 endeksinde yer alan şirketlerin içerisinde suya bağlı risklere en çok maruz kalma olasılığı olan sektörlerde faaliyet gösteriyor. 2020 yılında toplam 34 şirket CDP Su Programı’na yanıt vermiştir.

Dünya Su Stresli Ülkeler Haritası

--

--